Yargıtay'ın Eğitim-Sen karına farklı bir bakış: Yargıyı hukuka davet
Mustafa ERDOĞAN/D.B.Tercüman
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun Eğitim-Sen'in kapatılmasını öngören son kararı,
pozitif hukuku özgürlük ve demokrasi karşıtı unsurlardan arındırmanın kendi
başına yeterli olmadığını bir kere daha göstermiş bulunuyor. Hür ve medenbir
toplum haline gelmek için, başka şeyler yanında, hukukçularımız arasında cari
olan anlayışı kökten değiştirecek şekilde hukuk eğitiminin de ciddi olarak gözden
geçirilmesine ihtiyaç var.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 29 Temmuz günü açıklanan kararında,Tüzüğünde "anadilde
öğrenim hakkını savunduğu" için Eğitim-Sen'in kapatılması gerektiğine hükmetti.
Mahkeme'ye göre, anadilde öğrenim hakkını savunan bir sendikanın kapatılması
Anayasa'da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde atıfta bulunulan "demokratik
toplum"a da aykırı değildir; aksine, demokratik toplum bunu zorunlu kılar.
Dahası, Yargıtay'ın kararına göre, aynı durum dernekler, vakıflar ve siyaspartiler
için de söz konusudur. Yani, onların da böyle bir düşünceyi dile getirme hakkı
yoktur.
Kararın aslını görmediği için bilmiyorum, ama Mahkeme'nin kararında Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu'nun "kapatma"yı düzenleyen 37. maddesi esas alınmış olsa gerektir. Bu maddeye göre, "Anayasa'da belirtilen Cumhuriyet'in niteliklerine ve demokratik esaslara aykırı faaliyetlerde bulunan sendika ve konfederasyon (...) mahkeme kararı ile kapatılır." Ne var ki, kapatma konusunda yetkili ve görevli olan mahkeme (yerel iş mahkemesi) adı geçen sendikanın kapatılması talebini reddetmiştir.
***
Böyle olması da gayet tabi Çünkü, Kanun'a göre, bir kamu görevlileri sendikasının
kapatılabilmesi için, onun 37. maddede belirtilen nitelikte faaliyetler yapmış
olması gerekir. Oysa, Eğitim-Sen "Cumhuriyet'in niteliklerine ve demokratik
esaslara aykırı" faaliyetler yaptığı için değil (yani, böyle bir iddia
yoktur), Tüzüğünde anadilde öğrenim hakkını savunduğunu belirttiği için kapatılmak
istenmiştir.
Kaldı ki, söz konusu sendika ana dilde öğrenim hakkını savunmak için faaliyet yapmış (diyelim ki, bir toplantı düzenlemiş, yürüyüş yapmış) olsaydı bile, bunun "Cumhuriyet'in niteliklerine aykırı" faaliyet sayılabileceği son derece şüphelidir. Gerçekten de "insan haklarına saygılı" (m. 2) veya "insan haklarına dayanan" (m. 14) demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde, Anayasa tarafından açıkça tanınmamış olsa bile, bir insan hakkını savunmak nasıl yasak olabilir ki?... Dolayısıyla, Eğitim-Sen'i veya başka bir sendikayı Tüzüğünde böyle bir hükme yer verdiği için kapatmak hem kamu görevlilerinin sendika kurma hakkına (Any., m. 51) hem de ifade özgürlüğüne (m. 26) keyfi bir müdahaledir. Çünkü, her iki özgürlük bakımından da, Anayasa'nın öngördüğü sınırlamalara aykırılık varit değildir. Onun için, Yargıtay kararının gerekçesinde yer alan ve üniter devlet ve bölünmezlik temaları etrafında kurgulanan düşüncelerin bu konu bakımından hukuki bir değeri yoktur.
***
Bizim özellikle de "yüksek" mahkemelerimizin anlamamakta direndikleri
şey, bir temel hakkın anayasal olarak tanınmamış olmasının, onun bir talep olarak
barışçı yollardan dile getirilmesini engellemeyeceğidir. Bu, bizim hukuk eğitimimizin
hukukçulara kazandırdığı zihniyetle ilgili bir sorunudur. Bu zihniyet, iki ayaklı
bir yanlışın üstüne bina edilmiştir. Bunun bir ayağı, daha önce birçok defa
yazdığım gibi, sivil hayat alanı bakımından yasağı esas serbestiyi ise istisna
sayma yanlışıdır. Sanılıyor ki, düzenlenmemiş alanda esas olan yasaklılıktır
ve bir şeyi yapabilmemiz ancak onun pozitif olarak düzenlenmesine bağlıdır.
İkinci ayak, bunun özel bir durumu olup insan haklarının anayasal konumuyla
ilgilidir. Hukuk uygulayıcılarımız arasında hakim olan zihniyete göre, insan
haklarına Anayasa'da tanındığı sürece ve tanındığı ölçüde sahibiz. Bunun arkasında,
bu hakların bizim "insan" olarak hak ettiğimiz değerler olmak yerine,
birer devlet bağışı oldukları düşüncesi yatmaktadır.
Oysa gerçekte bizim insan haklarına sahip olmamız, anayasaların onları tanımasından
bağımsız olduğu gibi, sahip olduğumuz haklar da anayasalarda belirtilenlerden
ibaret değildir. Esasen, bütün haklarımızın hukuk metinlerinde tek tek gösterilmesine
teknik olarak da imkan yoktur.
Kısaca, resmokullarda ana dilde eğitimöğretim yasağının varlığı, kimi yüksek
hakimlerin sandığının aksine, ifade özgürlüğü hakkı çerçevesinde bu hakkın tanınmasının
talep edilmesine engel teşkil etmez. Yürürlükteki anayasal düzen açısından,
bu hakkı savunduğu için de hiç bir sivil örgüt kapatılamaz.